1 Eylül 2010 Çarşamba

KÜÇÜKASYA SEYAHATİ VE DİNAR

KÜÇÜKASYA SEYAHATİ
1895 YAZI
Pera Turizm ve Ticaret A.Ş. İstanbul 1988


Sf. 2- Alaşehir'den güneye, Buldan üzerinden Hierapolis'e gitmeyi düşündük; İzmir'den gelerek buradan geçen ve son durağı Dinar olan ikinci bir trenle de Dinar'a gidecektik.

Sf. 16- Goncalı'yı 15 Haziranda öğle üzeri terk ettik ve akşama doğru Dinar'a vardık. Demiryolu burada tarihi kavimler yolunu takip ediyor. Aynı yol, Menderes vadisinde önce nehir kıyısından yukarıya çıkıyor, sonra Lykos vadisine kıvrılıyor, ardından Acı Tuz Gölü'nün ( Haritada Çürüksu Gölü ) kıyısına dokunarak Menderesin yukarı kesimine erişmek için tekrar yukarı kıvrılır.
Eskiden Apameia Kibotos olarak bilinen Dinar şehri verimli ve bir platoda kuruludur ( 860 m ). Bir kaymakamın yönettiği bu çok da büyük olmayan şehirden çeyrek saat uzaklıktaki demiryolu binalarının karşısında villaya benzeyen iki güzel ev vardır. Evlerden biri istasyon şefine diğeri ise Rum bir kadına aittir. Bu ev temiz bir misafirhane olarak işletiliyor. Ertesi gün ( 16 Haziran ) bu misafirhanede kaldık ve günü, şehri ve onun yakın çevresini gezmeye ayırdık. Bu küçük Türk şehrini gezerken her yerde karşımıza çıkan kitabelerin bolluğu, eski Apameia tarihinin kanıtıydı. Ksenophon'un bildirdiğine göre Oğul Kyros'un burada bir sarayı ve bir parkı vardı ve o da, sonradan fetih için yola çıkan Büyük İskender gibi, uzun süre burada konaklamıştı. Apameia Diadokhlar Dönemi'nden* Ortaçağa kadar Küçükasyadaki ticaret merkezlerinin en önemlilerinden biriydi. Şehir şimdi de İzmir'e giden demiryolunun başlangıcı olduğu için ticari önemini yeniden kazanmıştır. Şehrin doğusunda yer alan küçük bir vadide, bir kayadan güçlü bir kaynak çıkıyor. Antik efsane Apollon ile Marsyas arasındaki mücadeleyi, Helen müziğinin barbar flütüne karşı üstün gelişinin savaşını işte bu kayada yansıtır. Çay, birçok kola ayrılarak şehrin içinden akıyor ve şehrin güneyinde suyu bol olan Menderes'le birleşiyor.Menderes'in kaynakları birkaç kilometre güneyde vadinin çamur yataklarından doğuyor. Doğudaki tepenin üzerinde, bir zamanki Akropolis'in yerinde bugün bir Bizans kilisesinin kalıntıları var. ...
... Konya'ya çabucak varmak için bu defa yük atlarından vaz geçtik ve eşyamızı taşması için bir araba kiraladık. ...
... Yanımızdaki, araba denen araç, bizim " tenteneli araba "dediğimiz şeye benziyor; sadece buradakinin çatısı daha alçak ve içindeki kişi oturmaktan ziyade arkaya yaslanarak gidiyor. Aynı zamanda bindiğimiz koşu atlarına da bakan her iki arabacı Tatar'dı. Eskiden ağırlıklı olarak Bulgaristan'da oturan ve 1878'deki savaştan sonra Anadolu'ya da göç eden bu halk grubundan gelen kişiler, ırklarının karakteristik tiplerini çok saf bir şekilde korumuşlar. ...
... Sonra 17 Haziran günü öğle üzeri yola çıktık. Nihayet Marsyas ırmağının içinden aktığı Dinar'ın dar sokaklarından neşeli anılarla ayrıldıktan sonra, ilk önce kısa bir süre Menderes vadisinin kuzey yönüne doğru gittik. Şehirden ayrılırken bir dervişe birkaç sikke atmış ve onun gür sesli teşekkürünü ve hayır duasını, gezimizin başında beliren talih olarak yorumlamıştım. Doğuya dönerek Samsun Dağı'nın Dombay Ovası'na inen güney eteklerinden geçtik. Bu 15 km uzunluğunda ve 5 km eninde bir ova olup, onun dar bir kenarından yol aldık. Ovanın güney ucunda küçük Gökçeli Göl ile ( Sarıgöl ) karşılaştık. Bu gölün antik adı Aulokrene'dir ve Marsyas'ın flütü için gereken kamışı bu gölden kestiği söylenir. Gölün kolları tarafından beslenen bu verimli ovada birçok köy yer alır ve ekin, denizden 1100 m yükseklikte henüz başağındaydı.
...
Yolun ilk bölümü uzun ve çıplak dağ sıralarının aralarında, birbirinin üzerine yığılmış teras şeklindeki vadilerden geçiyor ve bu teraslardan birbirine alçak ve yüksek geçitler var. Böylelikle Dombay ovasındaki köylerden biri olan Akçeköy'den yukarıya, 1200 metre yükseklikteki bir geçitten geçerek çıktık ve dağlar arasındaki dar bir vadi olan Güngörmez Ovası'na vardık. Buradan da , 15 km uzunluğunda ve 5 km enindeki Çöl Ova adlı daha büyük ovaya geldik. Ovayı kuzeyden ve güneyden çevreleyen Kumullu Dağı'nın ve Kılıçtakan Dağı'nın sıraları ormansız ve burada dağların eteklerine serpiştirilmiş küçük köyler var. Köylerin yakınında inek koyun sürüleri çıplak zeminde yiyecek bitki arıyorlar. Vadinin yakınında ekim yapılıyor ve bu alanlar dağ yamaçlarından inen birkaç zayıf çayın kanallara verilmiş suyu ile sulanıyorlar. Dağlardan inen bu sular bazı yerlerde, yabani ördeklerin ve diğer su hayvanlarının yaşadığı bataklık alanları oluşturuyor. Çevrede hiçbir ağaç ve çalı olmadığı için, burası can sıkıcı ve hüzünlü bir karaktere sahip ve güneşin batışının yarattığı etki burada çok değişik. Güneş daha batıda bütün renk zenginliğiyle parlarken, bu vadi çoktan gece karanlığına bürünüyor ve ancak doğudaki kayalıklar kırmızımsı bir parıltıyla göğe yükseliyor.
Hedefimiz olan küçük Alparslan Köyü'ne ve orada var olduğunu duyduğumuz hana ancak geç saatlerde vardık. Arabamız etrafı duvarla çevrili bir avluya girince evin arkasındaki, taş ve toprakla yapılmış alçak bir bina göründü. Evin, toprak seviyesindeki kapıdan girince alçak tavanlı ve ortalama büyüklükte bir odası, ona bitişik olarak da ahır vazifesi gören ikinci bir odası var. Atların girişi ağaç bir kütükle evin diğer odasından ayrılıyor. Oda eşyasızdı, sadece duvardaki oyukta bir ocak bulunuyor. Bu ocakta hemen keyifli bir ateş yakıldı ve onun ışığında eşyamızı bir ev düzeni içerisinde yerleştirdik. Akşam yemeğinden sonra da açılır kapanır yataklarımızı hazırlayarak istirahate çekildik. Bu sırada köy halkı olan Yörükleri göremedik, insanlar herhalde çoktan evlerine çekilmişlerdi.
Köyden ertesi sabah saat beş buçukta, soğuk ve rüzgârlı bir havada ayrıldık ( 18 Haziran ). Güneydeki dağlar sise bürünmüş ve görünmüyor, sadece kuzeydeki dağ sıraları sabah güneşiyle aydınlanıyor. Isınmak için -termometre saat 7'de 11,5 C gösteriyor - uzun bir mesafeyi tırısla geçiyoruz ve kısa sürede Okçular üzerinden, bazı kitabelerin bulunduğu Tatarlı Köyü'ne varıyoruz. Yol buradan kuzeye doğru ve antik adı Synnada olan kasabaya gidiyor*
Tatarlı'da çok ucuza bir sürü Grek sikkesi satın alıyoruz; ...

Sf. 205- ... Dinar'a geri dönmüş olduk. Şehrin ortasında ve istasyonun karşısındaki küçük handa, sevimli bir Rum hancı ve yardımcıları tarafından içtenlikle karşılandık.




Friedrich SARRE


* DIADOKHLAR Etimolojik olarak " takip eden " " halef " demektir. Büyük İskender'in ölümünden sonra, imparatorluğunu bölen Makedonyalı generaller için kullanılır. Bunlar özellikle Antigonos, Ptolemaios, Seleukos ve Lysimakos adlı generallerdir ( ç.n. )
* Synnada bugünkü Şuhut ( y.n. )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder